18 Ağustos 2012 Cumartesi

Gündüz sâim gece kâim, böylece bitti şehr-i savm



Ramazan hoş geldi safa geldi… Ve sayılı günlerdi, tez geçti.
“İşte oruç gidiyor, tutabilene aşk olsun!” diyordu bir Feys gezgini.
Hakikaten de gidiyor. Ömrü olana on gün öne kayarak gene gelecek. Demek onun da bize özlemi var ki her gün on gün önce geliyor.
Bir, iki, üç ve otuz teravihi kıldık.
Garibce bu Ramazan’da hiç sektirmeden otuz gün vaaz etti. Önce konuyla ilgili birkaç ayeti sesli okudu. Bazı günlerde okuyuşu kendisinin de hoşuna gitti. Makam bilmez, ama makam bilenler onun genelde bir makam tutturarak okuduğunu söylerler. Sonra da konuştu. Özellikle son günlerde mesel içeren âyet ve hadisleri konu edinen sohbetler yaptı. Bir iki İncil’den de mesel aktardı. Nasıl olsa aynı mişkatten parıldıyorlardı, diye düşündü.
Ezanın bitimiyle o da sözü bitirdi, hiç uzatmadı. Başlarken ve bitirirken kısa kısa dualar etmeye özen gösterdi. Uzun ve sıkıcı dualardan kaçındı. Dualarını hep Türkçe yaptı. Arzı aşkın olan Allah’a idi, ama muhatapları Arapça bilmiyorlardı. O yüzden göğe ağmasına âminleriyle destek verdikleri dualarda neyi talep ettiklerini bilmelerini istedi.
Orta düzeyde bir dil kullandı, ne bilimsel ve yazı dili, ne de tümden avam işi. Orta yolu tutturmaya çalıştı.
Akşam da son konuşmasını yaptı ve cemaate veda etti.
Bu ara Garibce’yi de tanıtmayı ihmal etmedi. Böylece irtibatı kesmeden sürdürebileceğimizi söyledi.
Bu vesile ile Garibce bir kez daha kendisinin asosyal olduğunu fark etti. Kürsüde konuşkan, yazarken yazgan, ama birkaç kişi bir araya geldi mi susgan ya da dinlegen (uydu mu acaba!)
Zaten konuşan da çok, daha çok dinleyiciye ihtiyaç oluyor. Oda oda dolaşıp kendisini dinletecek adamlar arayanlar bile oluyor.
Bizim Ahmetçe, kalender meşrep bir hocamızı sohbet odasına davet etmiş  de o da:”-Hocam benim konuşacak bir şeyim yok!” demiş. O da hemen: -“Zaten biz de konuşucu değil dinleyici adam arıyoruz!” deyivermiş.
Dinlemek galiba daha zor olanı!
Neyse ki muhabbetin dinleyeni de dinleteni de eksik olmuyor.
İnsan da bir rivayete göre sözcük olarak ünsiyetten geliyor. Vahşet değil ünsiyet, nefret değil, ülfet.
Dengeli olursa her ikisi de güzel galiba: Hem konuşmak hem de dinlemek. Ama iki kulak bir dil hesabı, iki dinle bir konuş galiba daha iyisi.
Garibce bu  Ramazan’ı hayatının en kolay Ramazanlarından biri olarak geçirdi. Tatil dönemiydi, ders yoktu, o yorucu oluyordu.
Gündüz sâimdi, gece kâimdi (kelimenin sözlük anlamında).
Garibce onun itikâfı oldu. Çok güzel yazılar ortaya çıktı. Aldığı tepkiler bunu gösteriyordu. Abdurrahman Usta başlıklı yazıda harika bir nükte vardı. Aslında onu Garibce’nin kendisi akıl edememişti, yanlışlıkla ortaya çıkmıştı ama Garibce onu bir nükteye dönüştürmeyi bilmişti. Henüz o nükte ile ilgili bir geribildirim olmadı.
Garibce, bayramın ilk günü memleket yoluna düşecek, sılayı rahim yapacak, özlem giderecek inşallah.
Şimdiden hepinizin bayramını tebrik ediyorum.
El öpenleriniz çok olsun!
Çok bayramlar göresiniz, daim bu günlere eresiniz.

30 Ramazan 1433/ 18 Ağustos 2012
GARİBCE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...